10 Mayıs 2012 Perşembe

Yalnızlığın Formülü

Sabahları duymak istemediğin,ama,duymaya mecbur olduğun çalar saatin bağırtısına uyanırsın…Uykuculuğunu bildiğindendir ki, saati yatağından bir az uzakta kurmuşsundur ve mecbur kalıp huysuz ve homurdanarak yatağından kalkar, uykulu gözlerini açıp yatağın altından kaybolmuş terliklerini ararsın… Sinirlerine dokunan saatin bağırtısını kesip tekrar yatağa uzanır ve "5 dakika daha" deyip zamandan çalarsın. Üstelik yalnızsan ve bir kişilik yatağındaysan ve hele mevsimlerden kışsa vay senin haline! Sabah ayazında üşüyen odada buruşmuş hayallerine sarılırsın.Yine kimse seni sesler.Komşu odadan,ya da kapı arkasından.Mutlaka ailenden birisidir, annendir, babandır. Öyrenciysen unversiteye, iş adamıysan işe geç kaldığını söylerler, taki sen kalkıp banyoya geçene kadar…
Sabahlar tek adamlık bir fincan kahve ve ya acı bir çayla başlar. Ayakta bir şeyler atıştırıp kaçarsın. Hoşlandığın ve ya senden hoşlanan biri varsa aynanın önünde geçer zamanın bir kısmı. Yok eyer yalnızsan aklına bile gelmez. En son ne zaman ayna önünde saatlerce süslenmişsin. Yalnız insanların kendilerini göstermek istedikler kimseleri olmaz. Böyle kadınların saçları bakımsız, bakışları donuk, tırnaklarının boyası mutlulukları kadar yarım, elbiseler ise bazen haftalarla aynı olur.
Erkekler de aynen. Saçları perişan, bakımsız, üzlerini sakal basmış, gözlerinin altında uykusuz siqar kokulu gecelerin gölgesi sürünür. Ayakkabıları ise sonsuzadek toz içinde kalmak gibi bir cezaya mehkum kalırlar. Gidecek yerleri çok diyildir. Ayakkabıları bakımsız haliyle bir köşede günlerle,bazen haftalarla uyuklar. Wzerine "beni yıka"yazılımış arabalar gibi sahibinden marhemet dilerler.
Böyle insanların evleri aynı ruhları gibi dağınık olur. Onların zamanı tosbağa yürüyüşü gibidir, Acelesiz. Nadiren romantik ve ya drammatik filimler izler, bazen de filmi yarıda burakıp kumandanın kırmızı tuşuna basar, bazen de kucağında uyuklayan köpeyine sarılıp(ki bu kedi de ola bilir) uykuya dalarlar. Sonra izledikleri filmin kahramanına benzemek isterler saatlerle, bazen günlerle filimdeki olayları hayatlarına uyqulamak isterler. Sonuçsa hep aynıdır: "Masallar hep masallarda olur". gerçeklerle barışıp köşelerine çekilirler..
Yalnız insanlar devamlı slow, chil out, rock müzükler dinlerler. Otobüsde, sokakta, evde etrafa ve yalnızlığa üsyanlarını kulakcıklardaki müzükle saklamak isterler. Yalnız insanlar esasen susarlar. Sessizlikleri de bir qarip olur..bir başka..Sanki suskunlukları ile kasıtqa koparırlar..
Sokakları yalnız gezer ,arabir sevgilileri göz ucu süzerler.. Böyle insanların bir de sevimli kafeleri vardır. Şehir dışında küçük, hoş ve esasen caz müzikleri çalınan bir kafe. Bu insanların o kafede bir köşede , pencere önünde bir kişilik küçük masa arkasında yerleri vardır. Esasen içki sifariş verirler. Qarsonlar bile tanırlar yalnız insanları. Böyle insanlar acele etmezler, evlerine koşdurmazlar. Evde bekleyenleri yokdur onların. Hele mevsimlerden baharsa daha zordur. Günler uzanır, mutluluklar kısalır..
Yalnızlar yalnızlıklarından ne kadar şilakyetci olsalar da bir az da yalnızlık aşığıdırlar.. Sevmek ister, amma,sevgiden çabuk usanır, her şeyden çabuk yorulurlar.. "Basitleşme"olayı hızla gelişir "kansere"dönüşür. Karşı tarafdan bunu kesip atmalarını, tedavi etmelerini isteseler de sonuç olarak hayatlarının sonuna kadar bu hiss onları takip eder..Yalnız insanlar kalabalık yerleri pek sevmezler. Çok sesli ve kalabalık partiler, düyünler onları yorar.. Kısa zamanda sıkılırlar.Yalnız insanlar kendileri gibi yalnızları hemen tanırlar.. Sanki cisimleri diyil de, ruhları sokakda bir-birilerini tanır, ruhlar konuşur, ruhlar sevişir. Dikkat ederseniz görürsünüz ki, onlar her yerdedirler.. Mesela gün içinde metrodaki yürüyen merdivenlere bakmaya görevli olan, küçük bir yerde oturmuş metro işcisi, sizden bir masa uzakta oturmuş kadın, en dipdeki masada oturmuş öyrenci...Sabahları sokağın bir tarafıyla işe koşturan adam, araba yollarını, kaldırımları temizleyen, bir tek gözleri görünen kadın.. Parkta bir bankta uzanarak uykuya dalmış o safil içki düşkünü, facebookda her defa sana yazan o adam.. Bu yazıyı okuyan sen bile!! Yalnızlığın tek formülü var..
SEN+SEN=SEN
Yegane Cansail
Nissan 2012 Baku

6 Ocak 2011 Perşembe

Fabrika: Müzik Yapılan Yer :: Music Factory 7 Yaşında

Fabrika denince akla gelenler sırasıyla 1. Andy Warhol’un fabrikası 2. Sanki kendin içer gibi tütün sarılan yer 3. Kıyafet markası olan fabrika. Bir tane daha var o da Türkiye’nin müzik fabrikası olan Music Factory. Yaratım ve üretime yönelik olması hasebiyle yukarıdakilerden en çok Warhol’un fabrikasını andırıyor elbette. Ama burada malzeme sesler...

Bu yıl yedi yaşına giren Music Factory gelip geçici bir tanıtım aracı olmadığını en baştan ispatlamıştı zaten. Yıllar içinde de gelişerek Türkiye’de müzik dünyasının kurtaran adamı oldu. Araştırmalarda “genç yeteneklerin en çok güvendiği yarışma” olarak öne çıkan Music Factory pek çok misyonu bir arada üstlendi. Genç yeteneklere fırsat vermenin yanı sıra en dikkat çekici özelliği müziğin alternatif alanlarını kucaklaması oldu. Aslında yarışmanın kategorilerine göz atmak bile bu yarışmanın alışılmışın dışında, alternatif ve kıyıda durmayı tercihe eden genç müzisyenleri desteklediğini görmek için yeterli. Performans, cover ve prodüksiyonların ayrı ayrı ele alınması bunun bir yarışmanın ötesinde ciddi bir müzik okulu olduğunu düşündürüyor izleyiciye.

En İyi Performans Kategorisi Ödülleri
En İyi Hip Hop Sanatçısı / Grubu
En İyi Alternatif Rock Sanatçısı / Grubu’
En İyi DJ
En İyi Cover

En İyi Prodüksiyon Kategorisi Ödülleri
En İyi Dans Parçası
En İyi Elektronika Parçası

Türkiye’de Grunge, Brit Rock, Indie Rock ve türevlerini, remiks çalışmalarını; House, Techno, Electro, Breakbeat ve alt türlerinde dans parçalarını ya da Ambient, Downtempo, Electronica, Funk, Reggae & dub, Drum’n bass, Triphop, Nu jazz örneklerini değerlendiren bir müzik yarışması bulunması ve bu yarışmanın yedi yaşını dolduruyor olması başlı başına sevindirici bir olay.

Kimler geldi, kimler geçti
Geçtiğimiz altı yılda yarışma jüri ve atölyeleri pek çok değerli müzisyeni ağırladı. Pek çok genç müzisyen yarışma motivasyonuyla çalışmalarına ivme kazandırdı ve müzik camiası da bu yarışma sayesinde yeni, kalıcı müzisyenlerle tanıştı. 2009 yılında Elektronika kategorisinde Fuji Kureta, 2008’de aynı kategoride Nu Park ve Prodüksiyon kategorisinde Multitap grubundan Selim Siyami Sümer, 2007’de Dj kategorisinde Warmer Bros öne çıkan isimler oldu. Yarışmanın en büyük kazanımlarından birinin 2006 yılında müzik dünyasına hızlı bir dalış yapan Bedük olduğunu söylemek de herhalde yanlış olmaz. Yarışmada derece alıp müzikte kalıcı olanların - çoktandır vermiş oldukları emeklerle sahip oldukları tecrübeyi bu sıçrama tahtasıyla daha da ileri götüren müzisyenler olduğu da ortada.
Bedük yaşadığı tecrübeyi Music Factory ile ilgili bir röportajda şöyle anlatmış: “‘Tamam!’ dedim, demek ki istediğin ve sevdiğin şeyi en içten samimiyetinle yaptığın zaman, dünyanın neresinde olursan ol, başarıyorsun. Music Factory, kafamda bazı kapalı kapıların açılmasını sağladı o dönemde. Orada tanıştığım insanlar, DJ'ler, prodüktörler, artık Türkiye'de de farklı, yenilikçi ve kendine özgü duruşların olduğunu ve yaptığım şeyden ödün vermemem, vazgeçmemem gerektiğini gösterdi bana. Yarışma sonrasında ödül olarak aldığım stüdyo ekipmanı da, işime yaramadı değil tabii...”

Atölyeler
Bu yarışmanın en değerli yanlarından biri de her yıl finalistlerin açıklanmasının ardından düzenlenen müzik atölyeleri. Bu atölyelerde yaşanan deneyimin getirdiği zenginliğin yarışmanın da önüne geçtiği seziliyor sanki. Multitap’tan Selim Siyami Sümer atölye tecrübesini Music Factory röportajında şöyle dile getirmiş: “Bence Music Factory’nin kesinlikle en önemli ve en eğlenceli bölümüydü. 3 gün boyunca gerçek anlamda müzik konuşuldu, herkes bildiği herşeyi paylaştı. Hepimiz kendi özel dünyalarımızdan kopup gelmiştik, farklı şeyler üretmiştik ama herkesin değerli fikirleri vardı. Programı hazırlayan jüri üyeleri başta olmak üzere işi ciddiye alıyorduk, beni en çok heyecanlandıran tarafı yarışma fikrinden tamamen uzaklaşarak konuyu ele alış biçimimiz olmuştu. Orada öğrendiğim şeylerin çok faydasını gördüm, hatta tuttuğum notları hala saklıyorum.”

Jüri
Bu yılın yarışma jürisi, yine işinin ehli ve vizyon sahibi pek çok müzik insanını bir araya getiriyor. Produksiyon-Dj jürisinde Kaan Düzarat, Muzo Berberoğlu, Emrah Aslan, Barış Bergiten ve Demet Evgar (Final Gecesi Jüri Üyesi); Hip hop jürisinde Ayhan Sayıner, Fuat Ergin, Ali Şahinbaş, Ömer Özyılmazel; Alternatif Rock jürisinde Gülşah Güray, Mehmet Tez, Oğuz Kaplangı, Harun İzer, Can Sertoğlu, Kaan Sezyum, Murat Abbas, Sedef Erken Sanlısoy (Avukat, Danışman), Alper Bahçekapılı ve Şafak Ongan (Final Gecesi Jüri Üyesi) yer alıyor. Önceki yıllarda Music Factory jürisinde yer almış olan Hayko Cepkin jüri kriterlerine yaklaşımını şöyle açıklamış: “Özellikle sahneleri, samimiyetleri ve heyecanları üzerine yoğunlaştım. Daha önce de dediğim gibi, müzikal eğitim, ne yapacağınızı ve ne yapıyor olduğunuzu biliyor olmanız, sabırlı ve olgun olmanız, yaratıcı ve çalışkan olmanız çok önemlidir.”

Önemli olan kendin olmak
Bu yarışmayla ilgili asıl önemli olan şeyi ise Bedük’ün yarışmaya katılacaklara tavsiyesi açıklıyor aslında. “ Music Factory'e bu sene katılacaklara önerim, sadece kendileri olmalarıdır. Emin olun, artık iyi ve farklı müziğe destek veren bir yer var...”

Haydi gençler aşıya! Son başvuru tarihi 28 Şubat Pazartesi.

Sona Ertekin

6 Aralık 2010 Pazartesi

Bugunbugece üyelerimizden Arzu Seçik'ten




Merhabalar,

Sevgiyle barışla veeee sanatla:)1 seneyi aşkın bir süre boyunca zaman zaman internette gezdiğim bugunbugece.com bir müddet sonra bende bağımlılık haline geldi. Bağımlı olmak zararlı derler:)) oysa ben bu görüşte değilim. Sevgili bugunbugece yönetimi ve çalışanları sayesinde, öyle bir an geldi ki bana sunulan mutluluk dolu keyifli anların da ötesinde mükafatlar gelmeye başladı.


Bunu o kadar güzel bir sistemle oturtmuşlar ki kişiye özel, zarafetle sunumlarına hayran kalmamak mümkün değil. İşlerini gerçekten severek yaptıkları belli, ben sadece tanıdığım(nette)ve telefonda)Tuba ve Bahar Hanımlara ayrıca bu siteyi oluşturan ve emeği geçen diğer yetkililere teşekkürlerimi sunmak istiyorum. Gerçekten yaptığınız çok hoş faydalı ve beni mutlu etmeyi başarıyorsunuz.
Nice senelerde umarım ilişkimiz aynı güzellikte devam eder. Başarılarınıza daha niceleri eklenir ve paylaşırız çoook çok teşekkür ediyorum gerçekten,,
Bu arada blogspotta izlediğim diğer yorumlar da çok hoş özelikle Aydın Boysan’ın kaleminden yaşamındaki tecrübeleri sonucu oluşan ifadelerinden de bir şeyler altı çizilir nitelikte. Bu yorumları dahi paylaşmak gayet hoş,,,
kültür ve sanat dolu günlerde tekrar buluşmak dileğiyle...

(:arzu seçik:)


4 Ekim 2010 Pazartesi

Aya İrini'den John Surman geçti!...

Yaşı biraz geçkince olup da ECM mühürlü albümler vasıtasıyla cazın kuzeyli rüzgarları ile hemhal olmuşlar için, "İsrafiloğulları'ndan Sur üfleyicisi John Efendi"dir adı. Bu topraklardaki sevenlerinin "Şehr-i Mahsusa" diyerek kendinden kıldığı Private City'deki romantiğin portresinden sihirbazın şarkısına bütün parçalarda, kâh bariton saksafonun genizden gelen kasveti, kâh bas klarinetin oynak hüznü ile çok yürek burkmuştur, bütün dünyada olduğu gibi, bu şehirde de.

İşte Akbank Caz Festivali'nin 20. yılında, bir kez daha İstanbul'a gelen John Surman'ı dinlemek için, bazılarımız bu nostaljik duygularla koştu Aya İrini'ye. Diğer taraftan takipçileri, John Surman'ın son on yıldır yaylı çalgılar için bestelediği eserlerle oda müziğini kendi damgasını taşıyan cazla başarılı bir şekilde harmanladığını, o gece birlikte çalacağı basçı Chris Laurence ve yaylılar dörtlüsü The Trans4mation'la bu yöndeki ilk albümünü 1999'da çıkardığını, muhtemelen biliyorlardı.

John Surman altmışlı yaşlarını göstermeyen bir dinamizm ve ışıltılı bir gülümsemeyle karşıladı dinleyicilerini. Aya İrini'nin mistik atmosferi onun kadar grubun diğer üyelerini de etkilemişti. Surman, konser mekânını gördüklerinde nasıl büyülendiklerini anlattı, icralarını ve doğaçlamalarını bu etki altında yapmaktan duyduğu memnuniyeti belirtti. O gece, on yılı aşkın süredir birlikte konserler ve albümler yapan ekibin uyumu ve Surman ile Luarence'in bazen ayrı bazen birlikte kaptırdıkları küçük doğaçlamaları eşliğinde, ağırlıklı olarak birlikte çıkardıkları son albümleri 2007 tarihli The Spaces in Between'den; Wayfarers All, Mimosa, Winter Wish, Hubbub, The Spaces Between gibi Surman bestelerini seslendirdiler. 1999 tarihli ilk albümleri Coruscating'den Stone Flower da repertuvardakiler arasındaydı. Bu parçayı Surman, Duke Ellington orkestrasının üyelerinden olan ve bariton saksafonun öncülerinden kabul edilen üstad Harry Corney'e ithaf etti.

John SurmanKonserde The Trans4mation'ın genç üyeleri (çok eğlendiklerini belli ettikleri son parçaya kadar) ciddi ve disiplinli bir klasik performans ortaya koyarken, uzun yıllardır birlikte müzik yapan Chris Laurence ve John Surman'ın yaramaz atışmalaryla süslenen "jazzy" müdahaleleri mükemmel bir kontrast ve uyum yarattı. Bazı parçalarda çok hafif bir Michael Nyman esintisi hisseden olduysa, bu büyük ihtimalle onunla da çalışmış olan Laurence'den geliyordu. Konserin ortalarında John Surman'ın The Trans4mation'ın şefi Rita Manning'e ithafen bestelediğini açıkladığı ve genç kemancı tarafından büyük bir dikkat ve incelikle seslendirilen parça ise, Manning dahil hiç birimiz için kolay sayılmazdı.

Albümden çaldıkları ve salonu hareketlendiren Mimosa'nın doğu ezgileri taşımasının sebebi, İstanbullu dinleyiciler için tanıdıktı. Bu parça Surman tarafından, 2005 yılında Dave Holland'la birlikte Thimar albümünü yaptıkları ud sanatçısı Anouar Brahem için bestelenmişti. Hatırlayacağınız gibi Brahem'i bir ay kadar önce Ramazan'da Caz kapsamında Aya İrini'yle aynı avluya çıkan Arkeoloji Müzesi bahçesinde dinlemiştik. Bir başka yakınlığı da John Surman anlattı: 1964 yılında öğrenci iken yaptığı ilk yurtdışı seyahatinde geldiği İstanbul'dan esinlenerek bir parça bestelemişti; Surman, bu neşeli parçanın ismini "Leylek Geldi!" olarak Türkçe anons etti.

Konserin sonunda çok da nazlanmadan bir bis daha yaptılar, coşkulu alkışlara içtenlikle karşılık verdiler ve geldikleri gibi gülümseyerek ayrıldılar.

Aya İrini'nin çıkışında ayrı düşmüş dostlar biraraya geldi, bir kedi dağılan kalabalığa bakıp kuyruğunu yaladı, dolunay bulutlardan sıyrılıp sarayın avlusunu aydınlattı, kafadarlar halâ birlikte konsere geliyor olmaktan memnun, uzaklaştılar; böylece İstanbul'un caz tarihine tekrarı olmayacak bir sayfa daha eklendi.

İstanbul'un caz tarihi demişken, John Surman'ın birlikte çaldığı ünlü müzisyenlerden birini, Weather Report'tan da tanıdığımız Miroslav Vitous'u birkaç gün sonra yine Akbank 20. Caz Festivali kapsamında dinleyebileceğimizi hatırlatalım.

5 Temmuz 2010 Pazartesi

Bir Romanın Kültürü Turu; Ahmet Ümit: İstanbul Hatırası

Bugunbugece.com’u temsilen 04 Temmuz Pazar günü – Antonina Turizm’in “Bir Romanın Kültür Turu” adlı etkinliğine katıldım. Bu yazı hem izlenimlerimi sizlerle paylaşmak için, hem de böyle bir organizasyonda emeği geçen herkese teşekkür etmek içindir. Ahmet Ümit ile bir tam gün geçirdikten sonra yazmamak da pek mümkün görünmüyor gibi diyebilirim aslında.


Saat 14:45’de Taksim AKM’nin önünde buluşuldu. 15:00’a kadar, iki otobüs hatta sonradan organize edileni de sayarsak üç otobüs olarak yola koyulduk.

Yol boyunca İstanbul ile ilgili -sanırım Altın Şarkılar- müziklerini dinledik ve Antonina’nın bizler için hazırladığı detaylı tur kitapçığını inceledik. Ve işte bir soruma yanıt almıştım bile, Romanda Komiser Nevzat ve uzatmalı sevgilisi Evgenia’nın aşkla yemek yediği mekan, Tatavla diye geçiyordu, ama kitapçıkta gördük ki Madam Despina’nın Meyhanesi’ymiş.


Türk Tiyatrosu için Afife Jale, Türk Sineması için Cahide Sonku ne ifade ediyorsa Madam Despina da Türkiye’nin eğlence yaşamı için O'dur. Türkiye’nin eğlence yaşamındaki ilk kadın işletmecidir. Mekanla ilgili yazılacak çok şey var aslında, sadece kuzu yaprak ciğeri ve Rum Pilakisi demek istemiyorum çünkü. Mekan girişinde duran hanım da işletmecisi de öyle şeyler anlattılar ki, anlatırken öylesine ışıldıyordu ki gözleri, anladım ki daha çok dinlemeli Madam Despina’yı da meyhaneyi de ve paylaşmalı sonra daha çok zaman ayırarak en yakın zamanda...

Şimdi turumuza dönelim, yurtdışında Romanlar ve Filmlerle ilgili böyle kültür turları düzenlenmekteymiş, ancak ülkemizde bir ilki gerçekleştirdik hep birlikte. Romandaki cinayet mahallerini bir bir gezdik. Komiser Nevzat olduk bazen, bazen Zeynep, bazen Ali- inanmayacaksınız bazense ceset.


İlk durak; ilk cesedin bulunduğu Sarayburnu idi. Komiser Nevzat’ın ekibi ile birlikte ihbarı alıp ilk incelemeye gittikleri an canlandırıldı evvelinde, ama tabi ki bu kadar değildi. Ahmet Bey hemen devamında Sarayburnu’nu hatta nefesinin yetebildiği ve gözümüzün ulaşabildiği her alanı romanla ilişkilendirerek kültürel değerlerini de kapsayacak şekilde aktardı.

2.3.4.5. ... Duraklarda da bu böyle devam etti, ta ki Ayasofya önündeydik sanırım- cesedimiz yerde, kalabalığımızla sokağı da kapamıştık ki bir polis arabası – bölgede sokak kapatan kalabalıklara alışıklar belli ki – ama tabi alışık olmadıkları bir şey var, bir ceset ve herkes gözlerini dikmiş onlara bakmakta, eminim o an kafalarındaki Nevzat’ı sonra Ali’yi…


“Arkadaşlar, telaş etmeyin Komiser Nevzat” diye bağladı Ahmet Bey- herkes koptu aynı anda. Eeee tabi ekip yine bir şey anlamadı...

Oldukça yoğun bir parkurdu, tamam yorulduk bir parça diyebilirim ama asla vazgeçmedik ne dinlemekten ne de merak etmekten... Gezinin ikinci bölümünde rakı eşliğinde bu yorgunluk da atılırdı, emindi herkes. öyle de oldu, Dönülmez akşamın ufkundayım... Sonra o mezeler...

Her şey çok keyifliydi. Böyle bir organizasyonda emeği geçen herkese tekrar teşekkür ederim. Başta böyle bir projeyi kabul ettiği için Ahmet Ümit’e, sonra bu projenin mimarları; Buket Aşçı ve Antonina Turizm’den Sibel Tuna’ya – büyük bir gönüllülük için de sosyal sorumluluk bilinciyle ticari kaygı gütmeden giriştiklerine eminim.

Ve diyebilirim ki, “Yaşadığın şehir özgür değilse; Sen de özgür kalamazsın... Şehirli olma bilinciyle hareket etmeli artık ve birçok şeye sahip çıkmalı… bu farkındalığı yaratmak için de böyle projeleri sonuna kadar desteklemeli…

Bu arada projeler devam edecekmiş, Şehir dışını kapsayacak olanlarla üstelik. (Bir tüyoya göre Selim İleri ve Buket Uzuner sanırım…) Merakla beklemekteyim.

Bahar Baş
Bugunbugece.com üyesi

22 Haziran 2010 Salı

Bulutsuzluk Özlemi - Yeni Albüm "Zamska"

Bu akşam (22 Haziran 2010) Hayal Kahvesi Beyoğlu'nda Bulutsuzluk Özlemi konseri var: http://www.bugunbugece.com/istanbul/Müzik/Pop-Rock/35312-Bulutsuzluk-Özlemi.html

Geçen ayki konserlerine gidememiştim. Bu akşam gideceğim. Son albümleri "Zamska" gerçekten Bulutsuzluk Özlemi için yenilikçi, oldukça jazzy, biz sevenleri için ise "bir ağabey ile sohbet etmek" kıvamında olmuş.
Ben beğendim.


Özellikle de; Rüzgar, Yağmur ve Zamska (her birinin tek kelimelik isimleri olması bile bu parçalar dahilinde farklı bir dizge yakalanmış olabilir mi sorusunu akla getiriyor:) gerçekten çok başarılı parçalar. Her albümde bazı parçaları öznelleştiririm ister istemez.. Bu albümde de "Yağmur" ve "Rüzgar" - yazın bereketli havasını da yakalarmış gibi - bana da damgasını vurdu.


İşin ilginç yanı, eskiden beri iyi bir Bulutsuzluk Özlemi dinleyicisi olmama rağmen, zihnimin bir köşesinde o meşhur "Sözlerimi geri alamam" ile kalakalmış gibiydi bu grup. Bazen anılarda kaldığı haliyle kalsın isteriz birtakım güzellikleri, oysa bunların pekçoğu olumlu veya olumsuz anlamıyla gelişiyor, değişiyor, yenileniyor... Bulutsuzluk Özlemi'nin bu yeni albüme kulak kabartmakta fayda var derim.

İyi dinlemeler...

Nefin Huvaj
bugunbugece.com üyesi

21 Haziran 2010 Pazartesi

Efes Pilsen One Love Festival'in Ardından...

Efes Pilsen One Love Festival, genelinde olduğu gibi bu yıl da yoğun taleple karşılaşan, eğlenceli bir festival oldu. Festivalciler; konserler, gece sonunda farklı arenalarda devam eden partiler ve sürpriz etkinliklerle dolu unutulmayacak iki gün geçirdiler; gün boyunca langırt, dart, tırmanma duvarı gibi 8 farklı aktiviteden oluşan etkinlik maratonuna büyük ilgi gösterdiler.

Uzun soluklu festivallerin zaman içerisinde daha fazla takipçisi olduğu bilinen bir gerçek. One Love Festival da istikrarını koruyarak, bu anlamda da her yıl ivme kazanmaya devam ediyor.

Festival programıyla; 19 Haziran Cumartesi Groove Armada, Fischerspooner, Sattas, Multitap, The Whitest Boy Alive;


20 Haziran Pazar günü ise The Ting Tings, Sophie Ellis-Bextor, Wild Beasts, İlhan Erşahin’s İstanbul Sessions featuring Erik Truffaz, The Revolters ve Gizli Özne’yle tam bir festival havası yaşandı. Konserlerin ardından festivalciler partilerde müziğe ve dansa devam etti...

Tamamı keyifli bir parti havasında geçen Efes Pilsen One Love Festival, yazın daha başlangıcından ne kadar eğlenceli bir yaz geçireceğimizin işareti gibiydi. bugunbugece.com bu yaz, festivallerin nabzını tutmaya devam edecek...